The English Patient





*Film Kritiği, Felsefi bir Metin;  Mehtap Kılıç Aziza La’Ra Kuğu

 

Gösterim tarihi: 21.03.1997

Roman yazarı: Michael Ondaatje “İngiliz Casus” The English Patient (İngiliz Hasta, 1996)

Rollerin kontrolü ve filme dönüştürme işlemindeki alt yapı koordinatörü; Anthony Minghella

Sağlam Karakter oyuncular:

Ralph Fiennes; Kont Laszlo de Almasy ( İngiliz Hasta rolünde)

Juliette Binoche; Hemşire ( Hana)

Kristin Scott Thomas; Katherine Clifton

Willem Dofeo; David Caravaggio

Naveen Andrews; Teğmen Kip Singh ( Hemşirenin sevgilisi ve Teğmen rolünde )

Colin Firth; Geoffrey Clifton ( Katherine’nin eşi rolünde)

             Bu sinemayı gösterime girdiği sene sinemada izlemiştim, belki birileriyle birlikte izlemişimdir onu hatırlamıyorum. Sanırım İstanbul’da izledim bu filmi belki de İzmir’de izlemişimdir. Daha sonraki yıllarda, dönem dönem izlemişimdir yeniden, bundan sonra artık yeniden izlemem bu filme ayırdığım izleme zaman limitim yeterli bence, daha fazla izlenmesine gerek yok. Keşke romanını okuduktan sonra izleseydim, belki sonra romanını okumak isteyebilirim. Tek başına izlenmesi gereken bir sinema olduğunu düşünüyorum, Oyuncular sinemada çok kişi gibi görünse de aslında savaş şunu anlatıyor insana: İnsan aslında ne kadar yalnız bir varlık, ölümle burun buruna savaştayken her an farklı bir ruh haline girebiliyor, hayatının her an kayıp gideceğini biliyorsun bu da insanları yüksek düzeyde kaygılı ve bir o kadar da neşeli yapıyor, belki mutlu oldukları her anın yaşamak demek olduğunun farkındalar. Hemen savaşıp aralarda fırsat buldukça eğlenip, dans ediyorlar, biraz tuhaf buluyorum bu durumu. Gerçek dışıymış gibi bir izlenim yaratıyor aslında hiper gerçek bir durum, savaş insanlara hayatın ne kadar değerli olduğunu gösteriyor ve zaman denen faktörün ne kadar önemli olduğunu fark ettiriyor. Âşk’ın varlığı savaşın içinde de parlıyor belki de korkunç ve kabus dolu bir sona yaklaşırken kum çölünde insanı ayakta tutan son nefesine kadar değerli olan şey, Âşk’ın varlığı.

           Roman, 2.dünya savaşı sırasında Toscana’da uçağının düşmesi sonucu yanarak hafızasında gedikler açılan geçmişi belirsiz bir şekilde hatırlamaya çalışan bir İngiliz hasta ile Kanadalı Hemşire Hana’nın büyülü kitaplarla dolu bir manastırda savaştan dağılmış harabesinde bir piyanonun var olduğu aynı zamanda İsa figürleri ve Hıristiyan sembollerinin olduğu bir kulede sığınarak son yaşam mücadelesinde Hana’nın gizemli bulduğu ve duygusal yakınlık hissettiği Almasy ile geçirdiği süreci anlatıyor. Sinemada geriye dönük Almasy’nin hatırlama imgelerinin görsel sinema ile aktarımı kesitler halinde sunulurken romanın, senaryonun bütününe dağılıyor. Bir tarafta savaşın haritalandırılması bir taraftan bireysel varoluş mücadelesi ve yaşamı her şekilde eğlenceli, keyifli hale getirmeye çalışan insan öznelerin kişisel dramlarından kesitler sunuluyor. Genel olarak filmde tema: bir görev duygusu ile hareket eden insanların görevlerinin bireysel yaşamlarından daha değerli olduğu duygusu veriliyor bu uğurda ölmeyi dahi göze almak zorundalar. Gerçekte, savaşın aktörü olmak istemedikleri halde savaşın piyonu ve harcanan kişileri olduklarının herhangi bir şekilde savaşın savunulacak bir tarafı olmadığının bilinci verilirken görev başında askerlerin özellikle Alman askerlerinin nasıl militarist bir tavır içinde insanları yargılarken sadece ölümcül bir yok etme eyleminde olduklarına tanık oluyorsun. Hana, Almasy’ye çok özel şefkatli davranıyor, aslında Almasy bir yazar Herodot’un tarihsel yazım tekniğinden etkilenmiş ve savaşı yaşayan öznelerle haritalandırarak Roman türünde bir metin haline getirmeye çalışıyor, referans aldığı kaynak sürekli Herodot tarihine göndermeler yapıyor. Katherina Geoffrey ile evli ve birlikte yolculukları sırasında Geoffrey ile birlikte görev paylaşımında olan Almasy’ye âşık oluyor. Kendisi bir görev için bir yolculuk yapması gerekiyor pilot olarak ve Almasy ile Katherina arasında bir âşk gelişiyor döndüğünde. Bunu fark ettiği halde bir süre fark etmemiş gibi davranıyor en sonunda uçağıyla eşiyle yolculuk yaparken kendisini ve eşini ölüme sürükleyen bir iniş yapıyor çölde, kendisi ölüyor, ancak Katherina ölmüyor. Katherina’yı bir mağaraya bırakarak Almasy ona geri döneceğini söz vererek kurtarma ekibi bulmak üzere tek başına çölde yürüyor. Bir Alman ekibine rehin alıyorlar onu ve geri dönemiyor. Rehin alındığı sırada bir askeri öldürerek sevgilisini kurtarmak için çöle geri dönmek istiyor. Bu sefer İngilizlere kendisinde bulunan yol haritasını kum fırtınasında yolların izi silindiği için sadece kendisinde bulunan harita karşılığında sevgilisini kurtarmak için takas yapıyor. İngilizlere casusluk yaparak sırf sevgilisini kurtarmak için kendi yurttaşı olduğu Almanların safından İngiliz safına geçmiş oluyor bu şekilde. Ancak sevgilisinin mağarasına geldiğinde sevgilisinin beklerken öldüğünü kendisine yazdığı mektuplarla birlikte lambanın da söndüğünü fark ediyor.

Savaşa, militarizme, öldürme hırsına karşı savunduğu temel değerler şunlar oluyor romanın ve sinemanın aktarımında bana ilettiği ve benim de uzlaştığım ; Hiçbir savaş benim savaşım değil, İnsan olmak haritalarda olmayan sınırlandırılmamış bir yaşam kurmak ve gerçek olan yaşamı kutlamak, yaşamı kutsallaştırmaktır. Hiçbir savaş uğruna binlerce insanın ölmesine değmez, hangi tarafta olursa olsun. Almasy’nin taraf değiştirmesi birçokları için casusluk, ajanlık olarak değerlendirilebilir nitekim parmaklarını Alman askerleri tarafından yok edilmiş ve tutuklanmasına sebep olmuş David Caravaggio da Almasy’i öldürmek için onu bulmuşken onun hikâyesini dinledikten sonra onu öldürmekten vazgeçer. Almasy kendisine : “ Beni öldüremezsin, ben yıllar önce öldüm zaten” diyerek sevgilisine verdiği sözü tutamamış olmanın derin ızdırabını yaşamaktadır. Roman yazarı için asıl kutsal olan şey; İnsanın ÂŞK duygusuna sahip çıkması ve bunun yaşamda en değerli duygu olduğunu aktarması açısından önemli, yoksa filmde eğer bir savaş, kaybetme kazanma duygusu verilmek istenseydi David Caraviggio’nun Almasy’i öldürmesi gerekirdi. Sinema dili açısından alegorik bir öğe kullanılıyor, bu alegorik öğenin bu kadar vurgulandığını Arthur Miller’in Cadı Kazanı oyunu  filme uyarlanmış olan metinde benzer bir anlatım öğesi olarak alegorik dili kurar.



Alegorik motifler; Tarihsel bir durumun olduğu gibi aktarılıp yüceltilmeden diğer fark edilmesi gereken hedeflerin tezatlıkla vurgulanması ve beklentinin dışında bir sonuç doğurarak katharsis yaratmadan izleyicinin yeniden reflektif düşünmesinin sağlanması. Metinlerarası bir gönderme aracı olarak Heredot metinlerinin kullanılması ve buarada ulasılcılık, militarizm, Kant’ın Görev ahlakı Alman düşünce dünyasında ve gerçekliğine dönüşen Alman militarizmine karşı İngiliz ulusalcılığını da savunmuyor. Romanın gerçek metni, taraf tutmayan objektif bir ara alan oluşturmasıyla, alegorik metin aktarımının kullanıldığı bir sinema dili verilmek istenmiş. Hana karakteri başlangıçta görev duygusu ile hareket eden, askerlere şefkatli hemşire rolünde iken, kendisine ruhsal olarak yakın hissettiği Almasy’nin tedavisinde görevli olur ve bu durum savaşın biraz daha dışında gözlemci kalabilmesini sağlıyor. Bu seçimiyle Kant’ın ödev ahlakının dışına çıkarak Sartre’ın kişinin varoluşunun kendi seçimleriyle belirlendiği kritik bir karara dönüşüyor. Bu sayede teğmen Kip  ile bir âşk yaşayabiliyor.

Kip, Hemşire Hana’yı harabenin içinde bulduğu piyanoyu çalarken görüyor ve şüpheleniyor.

Kip: “ Almanlar piyanolar en sevdikleri saklanma yeridir.”

Hana; “ Belki de sadece Bach çalarsan güvende olursun. O bir Alman’dı.”

Teğmen Kip ise daha fazla Kant ahlakı ile hareket eden, görev duygusunu âşktan daha üstün tutan itaatkâr bir tip. Hiçbir zaman görevden kaytarmıyor ve ölümü pahasına sürekli bir adanmışlıkla hareket ediyor.

Katherina’nın çölde beklerken, mağaradaki sözleri, sevgilisi Almasy’i beklerken yazdığı son sözler;

“ Biz gerçek ülkeleriz. Haritalardaki sınırlar değiliz. Güçlü adamların isimleri değiliz. Birgün buraya gelip beni rüzgar sarayına götüreceğini biliyorum Tek istediğim bu…Dostlarımızla haritasız bir dünyaya gitmek. Lamba söndü ve ben karanlıkta yazıyorum…”

 Almasy’nin son hatırladığı imge, kucağında sevgilisinin ölüsünü taşırken hatırladığı imgedir, tam o sırada son nefesini verir, belki sevgilisiyle ruhlar âleminde buluşacaktır. Geride kalan Hana, David ile birlikte yeni bir görev için yaşamı kutsayarak, yaşamanın ve varoluşun yeni olanaklarına doğru harabeden ve savaşın kalıntılarından uzaklaşarak yeni yolcularla birlikte savaş alanından uzaklaşırlar mutlu bir yaşama sebebi bulmuşçasına neşelidirler.

 

 


15.12.2023 film yeniden izleme ve yorumlama zamanım son tahlilde saat: 04.41 olmuş, vay be..

*Film Kritiği, Felsefi bir Metin;  Mehtap Kılıç Aziza La’Ra Kuğu

 

*Blog yazılarım her hakkı hukuksal olarak korunmaktadır ve kitaplaştırılacaktır en kısa zamanda. Yazılarımı blog yazısı olarak sıcağı sıcağına hemen paylaşıyorum, bekletip kitap formunda yayınlatabilirdim. Okurlarına, iyi niyetli bir şekilde düşüncelerime, yorumlarıma Bağımsız herhangi bir kurumla ilişiği olmadan salt tek başınalıkla emeğimle, canımla, kanımla, ömrümden zaman ayırarak yazdığımı hatırlatırım. Sanat Otoritesi olduğumu bilerek yaklaşmasını isterim. Lütfen, yazılarımdan izin almak suretiyle ancak, özgün kritik metinlerimi Sanat Otoritesi olarak alıntı yapmanıza belki izin verebilirim, ruh halime bağlı.

Yorumlar

Tüm zamanlar