Martin Eden Sineması ve Jack London ve Pietro Marcello





Martin Eden : “…dünya benden daha güçlü. Onun gücüne karşı gerçekte hiçbir şey bilmeyen kendim dışında, karşı çıkacak hiçbir şeyim yok.”

“Kendime boğulmama izin vermediğim sürece Ben de bir gücüm : Ve gücüm dünyaya karşı koymak için…Sözlerimin gücüne sahip olduğum sürece korkunç hapishaneleri inşa edenler, özgürlük inşa edenler kadar kendilerini iyi ifade etmezler.”

           Martin’in buradaki düşüncesi Foucault’unun Hapishane, Okul, Hastahaneler hakkında iktidar ve denetim mekanizmaları hakkındaki fikirlerini doğrular niteliktedir.



*

Sinemadaki Roller nasıl dağıtıldı ve Klan 


Sinema Yönetmeni : Pietro Marcello

Rol Dağılımı :

Martin Eden : Luca Marinelli ( Baş Aktör, Jack London’un otobiyografik izlekler taşıyan kahramanı)

Carlo Cecchi : Russ Brissenden ( Sosyalist Devrimci Gazeteci, sonunda intihar ediyor, Şair)

Jessica Cressy : Elena Orsini ( Martin’in âşkı durumunda, motive eden bir âşk, yazarlık sürecini etkiliyor. Ancak daha sonra burjuva ahlakından dolayı Martin nefret etmeye başlıyor.)

Vincenzo Nomelato : Nino ( Martin’in ekürisi, birlikte geçici işlerde çalıştığı ve sonra yazarlık sürecinde asistanı rolünde)

Denise Sardisco : Margherita ( Martin’in sürekli aşağıladığı ikincil sevgilisi rolünde Elena’dan uzaklaştığında onun yerine geçiriyor. Garson kadın rolünde bir süre Martin ile birlikte yaşıyor, başlangıçta onun için düelloya girmişti, sonradan kendisini tanrı görmeye başlayınca Martin Margharita’yı da sürekli iğneleyici sözleriyle ve ilgisiz tavrıyla aşağılıyor.)

Carmen Pomella : Maria ( Martin’in ablasının evinden ayrıldıktan sonra bir süre aynı evde yaşadıkları ona dostluk gösteren terzilik yapan kadın)

Autilie Ranueri : Giulia ( Martin’in ablası, anne baba figürü yerine geçen ebeveyni rolünde )

Giustiniano  Alpi: Arturo Orsini ( Martin Eden’in dövülmekten kurtardığı önce şükran duyup ailesiyle tanıştırdıktan sonra kız kardeşine âşık olduğu için sonraki süreçte ailesinin burjuva ahlaki değerleriyle- dostluk değerleri arasında ruhsal çatışma yaşayarak Martin’e bunu yansıtan kişi rolünde)

 

*



Konu ve Akış  ve Benim  Felsefi, Psikanalitik, Feminist Zihnimle  sinemayı nasıl yorumladığım ?

            Martin kendisini sinema boyunca bir denizci ve serseri olarak tanımlıyor. Seyahat etmeyi büroda çalışmaya tercih eden, yazar olduğunda da her zaman denizlerde ruhu olan ve denizcilik tutkusu olan bir özgürlük ve bireycilik savunucusu insana dönüşüyor. Hiçbir zaman bir doktrine ve kitlelerin doğru kabul ettiği fikirlere kapılmıyor. Dünya ile arasında hep bir savaş var, bunun sebebi çocukluğundan 11 yaşından sonra çalışmak zorunda olması ve ilkokuldan sonra eğitim alamaması ve anne ve babasının sevgisinden ilgisinden mahrum olması. Martin kendi kendisinin anne babası olarak büyüyor, geçici işlerde çalışıyor, sosyalist düşünceye sahip sendikalı proleterler ile hiçbir bağı yok. Hiçbir zaman düzenli bir geliri olmuyor, eğitimini devam ettirmek istese de açlıktan daha önemlisi barınma sorunuyla mücadele etmesi gerekiyor. Ablası ve Eniştesiyle birlikte kalmaya çalışırken eniştesi kendisinin yanında çalışmadığı için sürekli Martin Eden’i aşağılıyor. Bir süre dayanabiliyor kiralarını ve elektrik faturalarını ödemelerine destek olamadığı için evlerinden kovuluyor.

   ( 6’21’’)    Martin sinemanın başlangıcında bir limanda bir dans gecesinde tanıştığı garson kadın ile geceyi geçiriyor, sevişiyorlar. Uyuduğunda çocukluğunu görüyor rüyasında.  Sabah uyandığında Liman’da Arturo diye birinin dövüldüğünü görüyor. Onu dayaktan kurtarıyor. Bunun karşılığında dost oluyorlar ve Arthuro evlerine ailesiyle tanıştırmaya davet ediyor ve yemek ikram etmek istiyor.

      ( 7’59’’) Martin büyüleyici, yüksek tavanlı şato gibi bir evde burjuva hayatının varlığına tanık oluyor. Bir tabloyu incelerken Martin’in yanına Arturo’nun kız kardeşi geliyor.

Martin : “Uzaktan çok güzel görünüyor, yanına yaklaşınca lekeler görünüyor. Bu bir yanılsama”

Arturo’nun kız kardeşi Elena  Orisini ,Ağbisini kurtardığı için “ çok cesursunuz” diyor.

Martin : “ Herkes bunu yapardı. Bu kitabı okuyordum, Bau-de-laire, Baudailere

( 11’ 46’’) Eşitsizlik ve sınıf çelişkisi teması işleniyor. Martin tek başına karşıdaki insanlar ise onun hayatını didik didik eden ve bir taraftan Arturo’yu kurtardığı için şükran duyan diğer taraftan Martin’in hayatını öğrendikçe onu aşağılamaya çalışan burjuva ilişkilerinin temsilcisi kurumsal aile yapılanması gösteriliyor. Eşitsizlik temasının göstergelerinden biri Martin’in ideal bir beden yapısı ve gücü ve zeki bir beyni ve güçlü elleri, kolları, estetik ve zarif uzun parmaklarıyla bir piano forte uygulayıcısı olabilecekken ne bir evi var, ne ailesi, ne de piano fortesi var. Hiçbir şeyi yok, tam bir mülksüz. Bu sahnede Elena piano forte uygulayıcısı olarak parmaklarını, ellerini, kollarını kullanarak öğrendiği bir ses uygulamasını uyguluyor. Çıkan sesten kendisi hipnotize oluyor, salonda 4 kişiler. İnsan bedeninden büyük bir fetiş nesnesi olarak piano forteyi sadece 1 kişi uyguluyor, diğerleri pasif izleyici olarak uygulayan kişinin çıkardığı seslerle hipnotize oluyorlar, bir süre sonra da hayranlık duymaya başlıyorlar. Eşitsizliğin tematik işlenişi olarak Elena Martin’i piano forte uygulayıcısı olarak onu izleyici konumuna indirgeyerek aşağıladı. Eğer sahne şu şekilde kurulsaydı, bir süre sonra Martin’de kendi ailesinin varoluşunu, evinde yemek ikram ederek kendi evinde piano forte uygularken Elena seyirci olsaydı olabilirdi eşitlik. Ancak Martin bu hınç, acı çekme ve aşağılanmayla bütün kanını, varlığını, canını ortaya koyarak varoluş savaşına başlıyor. Bir taraftan dünyanın iktidar savaşları, bir yanda Elena ve ailesinin burjuva ahlakının aşağılaması diğer taraftan tüm dünyaya meydan okuyan cesur bir insanın varoluş mücadelesi var.Artık bu savaşta kendini var etme savaşına dönüşüyor. Okumak ve yazarlık Martin’in yeni yolu oluyor, bir Yazar, Bir Serseri, Bir Denizci, Bir Anarşist olarak kendi savaşına başlıyor. İlk yazma deneyimleri Elena’ya mektup yazarak başlıyor, hedefi dünyaca tanınan bir yazar olmak, güçlenmek ve Elena ile evlenmek hayatının sonuna kadar Elena ile olmak istiyor.

( 20’30’’) “ Sevgili Elene, geminin motoru ağır hasar gördü. Cenova Limanı’na yanaşmak zorunda kaldık. Gemi sahibi mürettabatı azaltmaya karar verdi. Bu yüzden sözleşmem feshedildi.” Gemilerde çalışan geçici bir işçi konumunda Martin, bir proleter değil, sendikası yok, düzenli bir geliri, evi yok, ailesi yok, kalan zamanlarında uykusuz kalarak mektup yazıyor, öyküler, şiirler yazıyor, eline geçen her kitabı çılgınlar gibi okuyor.

     Martin çalıştığı bir kömür ocağında patron tarafından aşağılanıyor, birlikte yol arkadaşı ekürüsüyle ileride asistanı olacak dostuyla patronu döverek paralarını alıp  Napoli’ye dönüyorlar.

26’ 14’’ Martin Elena’ya mektubunda ve görüştüklerinde “ Burada aylar boyunca durumumu düşündüm. Ve içimde yanan yaratıcı bir ruh hissettim, bu beni kendimi dünyanın göründüğü gözlerden birine dönüştürmeye çağırdı. Yazar olmak istiyorum. Yazar olmaya karar verdim.”

26’ 37’’ Elena, Martin Yazar olsa da olmasa da bir eğitime ihtiyacı olduğunu düşünüyor.

Martin dergilere sürekli yazı göndermeye başlıyor, ancak bir sürü dergiden sürekli ret yanıtı alıyor.

31’44’’ Martin Arthur’un ailesiyle bir cafede buluşuyorlar. Garson sevgilisi ile karşılaşıyor, Elena Garson Kızın çok güzel olduğunu farklı koşullarda doğmuş olsaydı bir sürü erkeğin peşinden koşacağını söylüyor. Ancak Martin, Elena’nın yanında Elena’yı överken garson kızı aşağılıyor. Elena Martin’i nasıl aşağıladıysa aynı şekilde Martin sınıf atlamış edasıyla Garson kızı aşağılıyor. Bu sahnede ve genel film boyunca ve edebi metinde de Kadın Özne olarak değil, Martin Eden’in duygularına göre biçim değiştiren arzu nesnesi olarak anlatılıyor. Ancak Martin’in kadınları önemsemediğini sadece gücü önemsediğini kendisini var etme savaşında Elena bir kadın imgesinden ziyade elde edilmesi gereken Burjuva değerlerin nesnesi konumuna indirgenmiş durumda. Hiçbir zaman Elena onu kontrol edemiyor, ona babasının bir iş bulacağını ve isterse zengin olabileceğini söylese de bu Martin’in umrunda değil. Martin yazar olarak kendisinde varolan deneyimleri yazarak güçlenmek istiyor, kendi varoluşunu yadsıyarak bir başkasının kölesi olmak istemiyor.

33’ 22’’ İlk Prensipler, Herbert Spencer ( Prim Principli) okumaya başlıyor, temel etkilendiği ve politik kimliğini oluşturan bireyselciliğini kuran fikirler buradan doğuyor.

“Evrim, göklerde ve yeryüzünde özellikle organik dünyada örnek oluşturan evrensel yasadır.

“ Evren zekidir ve merhametsiz bir yasaya göre gelişir : Evrim Yasası”

“ İnsan ne kadar evrimleşirse evrenin yasalarını o kadar anlayabilir. Ama insan temel bir soruya yanıt veremez. Neden böyle?

“Ne yarattı ? Bu evrensel evrim, bir gezegenin ve yeryüzünde tohumların gelişiminde benzer neden görülür ? Ve sınıf mücadelesinde görülebilir.”



           *

     Sinema izleği boyunca Martin Eden’in zihninden dünyayı algılıyoruz izlerken, zaman zaman geçmişe dönük hayatında sevdiği insanlarla yaşadığı imgeler çocukluğu rüyalarında ve gündüz düşlerinde ona eşlik ediyor. Bu tekrar eden imgelerden birisi ablasına olan bağlılığı, onunla dans etme sahnesini hatırlayarak acı çekiyor. Ablasının evinden kopuş yuvadan, anne babadan kopuş gibi derin acılarla bunu gerçekleştiriyor. Bir süre sonra anne ve abla imgesi yerine geçen bir eşini kaybetmiş 2 çocuğuyla yaşayan bir kadının evinde kalmaya başlıyor. Kadın terzilik yapıyor ve kadın aynı zamanda çiftçilik yapıyor. Martin çiftçilik işlerini yürüterek ve evin marangozluk işlerini yaparak evde kira ödemeden uzun süre kalıp kitaplarını yazabiliyor.

   46’ 10’’

Martin Eden, Spencer’ın stil felsefesini okuyor. Elena’ya mektup yazmaya devam ediyor.  Para biriktirmek için Maria’nın evinde kaldığını belirtiyor. “Bu sefer stratejim olmadan kendini tamamen işe verdim. Şimdiye kadar yazdıklarımda işe yaramayan bir takım şeyler keşfettim. İlk yazmaya çalıştığımda yazacak hiçbir şeyim yoktu, düşüncelerim yoktu, sözlerim bile yoktu. Kelime dağarcığımı geliştirirken deneyimlerimin basit resimlerden fazlası olduğunu fark ettim. Sonunda onları nasıl yorumlayacağımı öğrendim. Böylece sonunda iyi bir şeye başladım.”

Bir gösteri sırasında sirk gösterisi cezalandırmaya dayalı sadist bir eğlence anlayışıyla birbirlerinin düştükleri zavallılık durumuyla eğleniyorlar anlamsız bir şekilde. Daha önce Arthur’un ailesinden bilgi alarak sirk gösterisi yapan kişi Martin’in Elena’ya uygun olmadığını aşağılama yöntemiyle gösteriye dönüştürüyor.

(55’ 26’’)

Martin avuç içini yanan muma tutuyor bir şiir söylüyor.

“ Azabı kim icat etti o zaman?

Âşk”

Âşk alışılmadık bir isim

Dokunulmaz alev gömleğimi

Dokuyan ellerden geriye

Hangi insan gücü uzaklaşamaz

Sadece yaşıyoruz, sadece nefes alıyoruz

Tüketiliriz her iki ateş tarafından”

Sosyalist ve Şâir Russ Brissen ile tanışıyor ve en yakın dostlarından birisi oluyor. Russ onun sosyalist mücadeleye katılmasını devrime hizmet etmesini istiyor.

 Russ Brissen : “ Sosyalizm kaçınılmazdır. Köleler artık çok fazlalaştı. Sosyalizm yazılarına anlam katacaktır. Seni hayal kırıklığından kurtaracaktır.”

1 saat 17’’ Martin “ Evrim yasası der ki güç ve kölelerle donatılmış daha güçlü daha iyi organize olmuş bireyler zayıf olanları kontrol eder.”

“ Doğal bir yasayı ahlaki bir yasayla kaldırmak nasıl mümkün olur ?”

       Bu düşünce artık Martin’in direnme noktası olur. Dünyadaki farklı görüşlerde, fikirlerde insan yığınları, diğer tüm insanlık karşılaştıkları karşısında duyduğu dehşet artık onu kendi varlığını diğerlerini ezmek sırası ona gelinceye kadar bir mücadeleye dönüşür. Diğer insanları hiçbir zaman ezmez ancak birçoğuna bağışta bulunarak kendi gücünü para ile göstererek ezmiş olur. Diğerlerinin onun gücünden büyülenmesine sebep olur, ablasına ve sosyalistlere para yardımında bulunarak onların vakti zamanında kendine göstermedikleri iyi niyet gösterisini insan varlığından tiksinerek gerçekleştirir. Kendi iktidarını bir burjuva gibi değil burjuvaları da ezecek bir güce entelektüel, tanrısal bir meydan okuyuşa, hor görmeye dönüşür. Buradaki meydan okuma tarzı ve stili Nietzsche’nin insanın kendisini tanrı yapması fikrini doğrular niteliktedir. Martin Eden adeta karşımıza bir Nietzsche’nin başka bir versiyonu olarak çıkar. Nietzsche ve Foucault’nun fikirlerinin cisimleşmiş bir öznesi gibi görünmektedir. Nietzsche ve Foucault okuması yapmış biri olarak bariz bir şekilde anarşist ve doktrinlerin iktidarına karşı bütün denetim mekanizmalarına karşı yıkıcı bir güce dönüşür Martin Eden. Bir başkası başka bir mercekten farklı yorumlar yapabilir.

Martin halkın önünde sosyalist sendikal konuşmalar yapan kişilere de karşı çıkar, linç edilmesi pahasına, bireye saygı duymayan, bireyi önemsemeyen herkese her düşünceye karşıdır.

“ Sadece kolektifi önemseyemezsiniz. Bireyler ne olacak? Kollektif onu oluşturan bireylere saygı duymadan kendini örgütlemeye başlar başlamaz düşüşünü gerçekleştirir.  Aralarında en güçlüsü yeni efendileri olur Ancak bu sefer kurnaz entrikaları, dalkavukluğu, aldatma ve yalanları ve patronlarınızın bugün size yaptıklarından daha fazlasını ve daha kötüsünü gizlice yaparlar. Evrim yasasını görmezden gelen hiçbir toplum varlığını sürdüremez.” ( 1 saat !7’)

Martin’in eserlerini dünyaca önemli bir yazar haline gelmesini sağlıyor, kendi iktidarını ve tanrısallığını kuruyor. Martin Elena ile görüştükten sonra Elena onun politik söylemlerinden dolayı irrite olup uzaklaşıyor. Bu sırada Martin garson sevgilisine geri dönüyor, ancak kızın kendisine itaatkâr davranmasından tiksiniyor. Genel olarak insanların güce karşı boyun eğmesi onda tiksinti yaratıyor. Elena onun güçlendiğini ve zenginleştiğini gazetelerden, basından öğrenince onunla evlenmek istediğini âşkına ihanet ettiği için kendisini affetmesini söylüyor. Ancak Martin için Elena ya da başkası artık fark etmiyor, hiçbir şey arzulayamaz hale geliyor.

Martin :

“ Artık hiçbir şeyi arzulayamıyorum. Hâlâ bir şeyler arzulayabilseydim seni isterdim. Ama artık yapamayacağımdan eminim. Bana hiç güvenmedin, Biz olmaktan utandın. Keşke senin gibi olsaydım, senin gibi düşünseydim, senin gibi konuşsaydım, yanında bir köpek, etrafta dolaştırabileceğin güzel bir köpek. Köpekleri yok et! Bir sonraki hedef yoksulları yok et! Buraya gelmeye nasıl cesaretin var! Defol !”

Martin denizde gün batımında denizin haşmetli çağrısında dayanılmaz acılarla derinlere bir daha geri dönmemek üzere gider, kendi tanrısallığını kendisini yıkmaya…

*

2008 / 2016 yılları arasında Kurumsal ve Bireysel Koçluk Merkezi’nde İstanbul’da çalıştığım okullarda da öğrencilerimle danışanlarımla Bibliyoterapi ve Sinematerapi uygulamalarını yürüttüm. Sağaltıcı ve dönüştürücü, katılımcılara uygun eserler seçilirse ve uygulayıcı bu konuda deneyimliyse “Martin Eden” edebi metin ve sinema olarak Bibloyoterapi ve Sinematerapi için kullanılabilecek baş yapıt eserlerden biri olduğu fikrindeyim. Duygusu ağır gelebilir eserin, insanın bir eseri okuması ve sinemasını izlemesi için de duygusal olarak anlayabileceği ve ruhunun hazır olması gerekir. Sinema Edebiyat uyarlaması olarak ve eser bundan sonra da en az 500 yıl daha etkisini sürdürebilecek tüm zamanlara hitap eden metinler içeriyor. Metin ağırlıklı izlerken notlar alıp daha sonra o notlarınızı okuyabilirsiniz. Martin Eden otobiyografik bir eser. Jack London’un hayatından izlekler taşıyor ve onun yaşam mücadelesinin varoluş savaşının en güzel ifade edilmiş hali.  İstanbul Üniversitesi’nde Biyoloji Felsefesi, İlkçağ Felsefesi, Bilim Felsefesi derslerini aldığım Rahmetli Hocamız Usta Bilim İnsanı ve Evrensel Filozofu, Teoman Duralı’nın ilk gençlik yıllarının maceracı ruhunun kahramanlarından biri aynı zamanda. Saygıdeğer Usta İnsan, Teoman Duralı  Allahın rahmetiyle sonsuzlukta var olsun.

*

Feminist Psikanalitik Sinema Analizanı : Mehtap Kılıç Aziza La’Ra Kuğu ŞANS

Tarih : 10.09.2024 / 13.09.2024 / son nokta : 21.32 arasında oluşturdum, emek verdim anlamak ve yazmak için, zamanımı harcadım. Sinema hakkındaki blog yazılarım Babamın Romanı yayımlandıktan sonra yayımlanmasını arzu ettiğim Sinema & Psikanaliz & Feminizm kitabımda yer alacaktır. Tahmini süreç : 2026'da

Saygı duyarak okuduğunuz için saygılarımla…Referans göstermek suretiyle özgün olan yorumlayışlarımı alıntı yapabilirsiniz.

 

Yorumlar

Tüm zamanlar